You are currently viewing Rusya İle Altın Çağ Başlıyor Mu?

Rusya İle Altın Çağ Başlıyor Mu?

15 Temmuz sonrası, ortaya çıkan gerçekler, ülkemizin nasıl bir kuşatma altında olduğunu bizlere çok net şekilde gösterdi. Geçmişte komplo teorisi diye alay edilen pek çok bilgilerin, belgeleriyle beraber bütün geçekliği ile ortaya dökülmesi, “Aysberg”in ne kadar derinlerde olduğunu açıkça ortaya koydu.

Batı’nın Anadolu topraklarına sahip olma isteği, Rusya’nın sıcak denizlere inme, Rus İmparatorluğu kurma hayali (Avrasya Ekonomi Birliği bunun bir hazırlık aşamasıdır) arasında sıkışan Türkiye, çağın gerektirdiği ekonomik ve siyasi güç kazanımını sağlamaya çalışırken, hayellerle gerçeklerin gölgesi altında 21. Yüzyılın ilk çeyreğine doğru gidiyoruz.

Türkiye-Rusya arasındaki ilişkileri iki yüz elli yıl öncesinden süzerek değerlendirmek gerekir. Osmanlıyı ilk kez “hasta adam” olarak tanımlayan kişi Rus çarı I. Nikolay olmuştur. Bu kavram daha sonra siyaset ontolojisine girmiştir.

Ruslar, 15. Yüzyılın sonlarına kadar genelde Moğol istilası altında yaşamışlardır. Ancak 16. Yüzyıldan itibaren Rusya Çarlığı olmuştur. 18. Yüzyılda ise çok güçlü bir imparatorluk haline dönüşmüştür.

Bu anlamda Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkiler, ilk kez 1497’de Karadeniz ticaret yoluyla başlamıştır. Daha sonra ağırlıklı olarak Osmanlı-Rus çarlığı arasında önemli siyasi ve askeri gelişmeler yaşanmıştır. 1700’de İstanbul Anlaşması ile Osmanlı Devleti’nde Ruslar sürekli elçiliğe sahip oldu. 1774’de Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Ruslar Kırım’ı aldı, Osmanlı Ortodoksları üzerinde himaye kurdu ve Boğazlara ticaret gemilerini gönderdi. Bu tarihten sonra Ruslar, Boğazlara inme meselesini “ulusal politika” haline getirdi.

Bundan sonraki süreçte kronolojik olarak Osmanlı-Rusya Çarlığı ilişkilerinde ciddi savaşlar, anlaşmalar, ittifaklar, bağımsızlıklar yaşandı. Diyebiliriz ki Rus Çarlığı’nın, Osmanlı Devleti üzerinde ciddi yaptırımları ve etkileri oldu. Osmanlı ciddi toprak kayıplarına uğradı.

Nihayetinde Osmanlı-Rus ilişkileri, Rusya’daki Bolşevik İhtilâli’ne kadar bu şekliyle devam etti. Bolşevik İhtilâli sonrasında, Rusya küresel emperyalizmle mücadele etmenin bir sonucu olarak, İstiklal Savaşı’nda Türkiye’ye maddi ve manevi yardımda bulundu. Çarlık Rusyası’nın yeni adı ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) oldu.

Türkiye-SSCB ilişkileri, 2. Dünya Savaşı’na kadar iyi bir seyir izledi. 1928’de Cenevre’de toplanan Silahsızlanma Konferansı’na SSCB’nin önerisiyle Türkiye de çağrıldı. İstiklal Savaşı’ndan sonra Türkiye’nin ilk kez katıldığı uluslararası konferansta, “topyekün silahsızlanma” konusunda SSCB’nin tezini destekledi. Türkiye Avrupa’daki gruplaşmalar karşısında, 1933-1936 yıllarında SSCB’yle işbirliğini korudu. 1935’de Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması on yıl süreyle uzatıldı. Türkiye Balkan Antantı’na SSCB’yle savaşa sürüklenmeyeceğine ilişkin çekince koydu.

SSCB’nin 2. Dünya Savaşı sonrasında Doğu Avrupa’yı işgal etmesiyle birlikte, küresel anlamda komünizm ve emperyalizm mücadelesi başladı. Bu gelişmelerin ardından Türkiye tavrını, Batı’dan yana kullandı ve Batı’nın en önemli kurumlarına (NATO, Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği gibi), üye oldu.

SSCB’nin Türkiye üzerine emelleri açıktı ve özellikle de Boğazlar yoluyla sıcak denizlere inme politikasından dolayı, Türkiye’yi işgal etmek gibi niyetler taşımaktaydı. Hatta SSCB, Türkiye’ye bir nota vererek Boğazlar’dan üs ve Doğu’dan toprak istedi.

Ancak ABD Başkanı Truman’ın açıkladığı ve tarihte “Truman Doktrini” olarak biline manifesto sonrasında, Türkiye’ye ekonomik, askeri ve siyasi destek sağlandı. Bunun karşılığında da Türkiye, ABD ve Batı’nın uç karakolu oldu. ABD’nin SSCB’yi “çevirme politikası”nda da önemli aktörlerinden biri haline geldi.

Türkiye-Rusya ilişkileri Soğuk Savaş döneminde, durgun ve en alt seviyedeydi. İlişkilerin gelişmesi ancak SSCB’nin dağılması ve Rusya Federasyonu’nun kurulmasıyla, 1991’den sonra, önce ekonomik alanda hızla gelişmeye başladı.

Daha sonraki zaman içinde ise Türkiye’nin SSCB’den bağımsızlığını kazanan Türk Cumhuriyetleri ile kurmaya çalıştığı ilişki çabalarının yarattığı rekabet, hem siyasi alanda hem de ekonomik alanda ilişkileri ileri düzeye taşıdı.

Bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda, Rusya Federasyonu’nun kendini toparlamasının uzun sürmediğini görmek mümkündür. Dağılmanın ardından yaşanan toparlanmayla, Rusya tekrar uluslararası arenadaki gücünü kazandı ve eski bağdaşığı Çin ile derin siyasi ve ekonomik birlikler kurdu. Hatta Pasifik ve Orta Asya bağlamında ABD’nin korkulu rüyası olmaya başladı.

Türkiye ile Rusya bir yandan rekabet halindeyken, diğer yandan da derin ekonomik ve siyasi ilişki için politik zemin çalışmaları yapmaktadır. Türkiye’nin ABD ve Batı yanlısı tutumu doğal olarak, Türk-Rus ilişkilerinde önemli argümandır.

Rusya’nın temel algılarına bakacak olursak, Rusya, ABD’nin dünyanın merkezinde olma çabasında ve Ortadoğu ile Orta Asya eksenin de geliştirmeye çalıştığı yenidünya düzeninde, Türkiye’nin ABD’nin her daim yanında yer almasına kuşkuyla bakmaktadır. Büyük Ortadoğu Projesi ve Arap Baharı’ndaki gelişmeler, sıranın Suriye’den sonra İran, Ürdün, Yemen, Suudi Arabistan’a gelme olasılığı ve Türkiye’nin alacağı tutumun tahmin edilmesi, Rusya açısından kaygı verici olarak tanımlanabilir. 

Ayrıca Rusya’nın Batı ile yaşadığı Ukrayna krizi ve Kırım’ı işgal edip, Rusya topraklarına katması (17 Nisan 2014) sonrasında, Avrupa’nın enerji güvenliği riskini ortaya çıkarmış ve Suriye başta olmak üzere, bölgede bilek güreşi ve diplomasi oyunlarıyla kartlar her seferinde yeniden dağıtılmıştır.

Öte yandan da Türkiye’nin güçlü bir NATO ülkesi olması ve aynı zamanda bölgesel etken ülke olması da Rusya’nın temel algılarını olumlu yönde etkilemektedir. Rusya, Türkiye’nin bölgesel güç olduğunu kabul etmektedir.

Rusya ile Türkiye arasında devam eden ilişkilerin kırılma noktası şüphesiz; Rus jetinin, Türk sınırları ihlal etmesinden dolayı düşürülmesi olmuştur. 24 Kasım 2015’de düşürülen Rus uçağı elbette, son derece iyi ve derinden giden Türk-Rusya ilişkilerini kökünden etkilemiştir.

İki ülke liderlerinin ve siyasetçilerinin peş peşe yaptığı ağır ithamlarla dolu açıklamalar, Rusya’nın Türkiye’ye her alanda ambargo uygulaması, iki ülkenin ekonomik ve stratejik işbirliklerini olumsuz yönde etkilemiştir.

Gerilen ilişkiler doğal olarak uluslararası ilişkilere, iyi komşuluk ilişkilerine ve pek tabi Suriye meselesine de olumsuz katkı sağlamıştır. Putin, Esat Rejimi’nin kalıcı olması konusunda dünyada ağırlığını daha fazla hissettirmiştir. Zira Suriye, Rusya’nın Akdeniz’e açılan kapısı konumundadır. Ayrıca Rusya, Orta Asya bağlantılı olarak, Suriye ve İran üzerinden Ortadoğu’daki gücünü korumak istiyor. Suriye’de Esat Rejimi’nin kalmasında ısrarcı olması bu yüzdendir.

Türkiye ise başta ABD olmak üzere, Avrupa Birliği ile sorunlar yumağı içinde boğuşmaktadır. Uzun zamandan beri Türk dış politikası; terör, Suriye ve mülteci konularında Batı ile uyumsuz ve taban tabana zıt bir karşıtlık içindedir.

Öncelikle Türkiye, ABD’yi YPG’yi desteklemekle suçluyor, terör konusunda çifte standart uyguladığını savunuyor. Türkiye’de artan PKK terörü ve sivil halka yönelik yapılan terör saldırılarında YPG parmağının var olması, uzun süredir iyi gitmeyen Türk-Amerikan ilişkilerinde dengenin bozulmasına neden olmaktadır.

Aynı şekilde, AB ülkelerinin, terör konusunda Türkiye’den yana destekleyici tavır almamaları, Geri Kabul Anlaşması’nın dondurulmasıyla daha da karmaşık hale gelen ilişkiler, Türkiye’nin AB kapısında 53 yıldır bekletilmesinin yarattığı huzursuzluk ve Batı medyasında Türkiye’yi karalama kampanyaları, Batı ittifakında yer alan Türkiye’yi Batı’ya sürekli olarak sorgulamaya itmiştir.

Bu ortam içindeki Türkiye ile savaş uçağı Türkiye tarafından düşürülen Rusya, başta ekonomik olmak üzere, siyasi, askeri, enerji, savunma gibi pek çok alanlarda ilişkilerini dondurmak zorunda kaldı. Oysa daha Antalya G 20 Zirvesi’nde Putin ve Erdoğan ilişkilerin her alanda derinleştirilmesine karar vermişler ve “Türkiye ve Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi Toplantısı”nın 15 Aralık’ta (2015) yapılmasına karar vermişlerdi. Ayrıca Rusya, Türkiye’nin Şangay İşbirliği Örgütü’ne “diyalog ortağı” olmasına açık destek olmuştu.     

İlişkiler gayet iyi yolda iken, beklenmedik bir şekilde Rus jetinin düşürülmesi, tüm bu süreçlerin askıya alınmasına neden oldu. İlişkiler gerildi. Her iki ülkeden de peş peşe gelen açıklamalar, karşılıklı ambargolar, Türkiye-Rusya ilişkilerini çıkmaz yola sürükledi.

Ancak diplomasi, açık kapı politikası doğal olarak normalleşmeye de zemin hazırladı. Davutoğlu Hükümeti’nin istifa etmesi ve ardından Yıldırım Hükümeti’nin kurulması ile birlikte, Türk dış politikasında değişim rüzgarları esmeye başladı. Kapalı kapılar ardında teknik düzeyde görüşmeler devam etti.

Tüm bu gelişmeler devam ederken, Türkiye’de müthiş bir kaos planı devreye sokulmaya çalışıldı. Feytullahçı Terör Örgütü (FETÖ) 15 Temmuz’da askeri darbe kalkışması adı altında, Batı’nın Türkiye’yi işgal etme planını devreye soktu.

Bu kalkışma halkın olağanüstü gayreti (Milli İrade), siyaset kurumunun dik duruşu sayesinde geri püskürtüldü. Cumhurbaşkanı halkı sokaklara inmeye davet etti. Meclis bombalar altında açık kaldı. Hükümet, CHP, MHP adeta tek vücut oldu ve Türkiye uçurumun kenarından döndü.

Türkiye’nin yaşadığı bu kalkışmada Türk halkı sınavı büyük bir başarıyla verirken, demokrasi havarisi Batı’nın bu darbeye sessiz kalması, tam bir utanç abidesi olarak tarihe not düşüldü. Rusya ise tavrını Türkiye’den yana kullanarak, darbeyi lanetledi ve ardından da iki ülkenin liderleri olan Putin ve Erdoğan 9 Ağustos’ta St. Petersburg’ta bir araya geldi.

Görüşmenin ardından, ekonomik alanda 100 Milyar dolarlık bir ticaret hacmi söz konusu oldu. Putin ticarette TL ve Ruble kullanılsın dedi. Gıda ambargosunun kaldırılması, nükleer santral çalışmalarının yeniden başlaması, turizm hareketinin yeniden başlaması, Türk Akımı ve diğer petrol boru hatları projesiyle doğalgazda ticaret hacminin artırılması kararlaştırıldı. Bu arada Rusya zaten Avrupa’ya ambargo uygulamaya devam ediyor. Bu ambargonun, Türkiye ile Rusya arasındaki ticaret hacmini artırmada etkili olma olasılığı çok yüksektir. Ayrıca Rusya’nın sanayileşme sürecine de Türkiye’nin katkı vermesi mümkündür.    

Bu Zirve, ilişkilerin yeniden başlatılması, derinleştirilmesi ve stratejik işbirliğine doğru gitmesi bakımından bir milattır. Suriye meselesi yeni bir boyut kazanacaktır. Türkiye ile Batı arasında darbe sonrasında ciddi bir güven bunalımı vardır. FETÖCÜ örgütün arkasındaki üst aklın Batı kaynaklı olması, Türkiye’nin ABD ve AB ile yaşadığı derin krizler, Türk-Rus ilişkilerini daha ileri seviyelere taşıyacaktır.

Yenidünya düzeninde ve Batı’nın Ortadoğu ve Orta Asya’daki hegamonik dürtüsünü kompanse etmek için, Türkiye-Rusya yakınlaşması çok önemlidir. Özellikle Orta Asya ülkeleri ile kurulacak olan Orta Asya Ekonomik Birliği, Soğuk Savaş Dönemi’nin bir benzerini, “Ekonomik Alanda Soğuk Savaş Mücadelesi” dengesine oturtacaktır.  

Sonuç olarak Türkiye-Rus ilişkileri oldukça derindir. Siyasi ve ekonomik alanda daha da derinleşecektir. Dış politikada üçüncü ülkelerden kaynaklanan problemler ve çıkar çatışmaları olabilir. Bu sorunların aşılmasında ortak akıl devreye girmelidir. Hatta bu tür problemlerin çözümünde Erdoğan-Putin arasında “kırmızı hat” kurularak, doğrudan diyalog yöntemi uygulanabilir.

Türkiye ve Rusya Orta Asya’nın ana arterlerinden olan iki ülkedir. Türkiye-Rusya-Çin merkezli bir ekonomik ileri seviye de ise siyasi model oluşturulması, Merkezin Atlantik’ten Pasifik’ kaymasına zemin hazırlayabilir. Bu çalışma sürdürülebilir bir girişim de olabilir bu arada da Türkiye-Rusya ilişkileri de daha derinleştirilmelidir.

Bunların dışında 2001’de Rusya-Türkiye arasında imzalanan, Avrasya işbirliği Eylem Planı çalışmaktadır. Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’nın da iki önemli kurucu aktördür.

En önemlisi ise Türkiye ve Rusya Orta Asya’ya hakim olabilir. Zira Türkiye kan ve din bağları ile Rusya ise eski toprakları olması ve dil bağlarıyla Orta Asya’da etkindirler. Bu tarihsel olgu, fırsata dönüşmede çok önemli bir argüman olduğu her zaman akılda tutulmalıdır.

Görülmektedir ki Türkiye ve Rusya geleceğin şekillenmesinde ve kurulmakta olan yenidünya düzenin de aslında son derece önemli ve kritik noktada iki ülkedir. Bazı dış gelişmeler, güven sorunu yaratan diplomatik krizlere yol açmış olsa bile, karşılıklı bağımlılık ilkesinden yola çıkarak hareket etmek gerekir. Esas olan siyasi iradedir ve oda her iki ülkede de vardır. Aklın varlığı ve diplomasinin mahareti çözüm için yeterlidir. Unutmayınız ki “Aklı, akıldan ayıramazsınız…”